Geleceğin Fiziği Kitabı PDF

Michio Kaku’nun Gözünden Osmanlı Devletinin Çöküş Nedeni

Amerikalı teorik fizikçi Prof. Dr. Michio Kaku bir bilim insanıdır, aynı zamanda bilimin içinde olmayan insanlar okusunlar diye oldukça sade bir dille bilim hakkında kitaplar yazar. Bunlardan bir tanesin de Osmanlı yorumu geçer. Geleceğin Fiziği adlı kitabından yaklaşık 2,5 sayfalık ufak bir alıntı yapıyoruz.

“1500 yılında dünyayı ziyaret eden ve bütün büyük uygarlıkları gören mars gezegeninden bir yabancı olsaydınız, en sonunda hangisinin dünyaya hükmedeceğini düşünürdünüz?

Bu sorunun cevabı kolay olurdu: Avrupalı olmayan herhangi bir uygarlık. Doğuda, varlığını binlerce yıldır devam ettiren büyük Çin uygarlığını görürdünüz. Çinlilerin öncülük ettiği uzun icatlar ve buluşlar listesinin bir rakibi yoktur: Kağıt, matbaa, barut, pusula vb. Çin’in bilim insanları gezegen üzerindeki en iyilerdi. yekvücut bir yönetimi vardı ve ana kara barış içindeydi.

Güneyde Osmanlı imparatorluğu vardı, Avrupayı tümden istila etmelerine ramak kalmıştı. Bu büyük İslam uygarlığı, cebiri icat etmiş, optik ve fizikte gelişmeler kaydetmiş ve yıldızlara adlarını vermişti. Sanat ve bilim serpilip büyümüştü. Osmanlının büyük orduları hiçbir ciddi rakiple karşılaşmamıştı. İstanbul, bilim tahsil etmek için dünyanın en büyük merkezlerinden biriydi.

Sonra, zavallı Avrupa ülkeleri vardı; dini tutuculukla, cadı mahkemeleriyle ve engizisyon ile kıvranıyordu. roma imparatorluğunun çöküşünden bu yana bin yıl boyunca devamlı düşmüş olan batı Avrupa o kadar gerideydi ki, katıksız bir teknoloji ithalatçısıydı. Avrupa orta çağın bir kara deliğiydi. Roma imparatorluğunun bilgi dağarcığının çoğu çoktan ortadan kaybolmuş, boğucu dini dogmalar bu bilgi birikiminin yerini almıştı. İtiraz ya da görüş ayrılığı sık sık işkenceyle, hatta daha kötüsüyle karşılaşıyordu. Üstelik, Avrupa’nın şehir devletleri sürekli olarak birbirleriyle savaş halindeydiler. Peki ne oldu?

Büyük Çin ve Osmanlı imparatorluklarının her ikisi de 500 yıllık bir teknolojik durgunluk dönemine girdi; Avrupa ise bilim ve teknolojiyi benzeri görülmemiş bir şekilde kucaklamaya başladı. 1405 yılından başlayarak, Çin imparatoru Yongle dünyayı keşfetmek için, dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük deniz filosunu oluşturdu. (Kolomb’un üç ufak gemisi, bu devasa gemilerin yalnızca birinin güvertesine rahatlıkla sığardı). Her biri bir öncekinden daha büyük olan, yedi büyük sefer yapıldı. Bu filo, Güneydoğu Asya kıyılarında yol aldı ve Afrika’ya, Madagaskar’a ve muhtemelen daha ötelere kadar ulaştı. Filo dönüşünde, dünyanın çok uzak noktalarından çok zengin armağanlar, nefis yiyecekler ve egzotik hayvanlar getirdi. Bir Ming Hanedanı’nın hayvanat bahçesinde, üzerinde Afrika zürafalarının geçit töreni yaptığı, dikkate şayan eski gravürler vardır. Ancak Çin’e hükmedenler hayal kırıklığına da uğramışlardı.

Hepsi orada olanlar mıydı? Çin’e rakip olabilecek büyük ordular neredeydi? egzotik yiyecekler ve garip hayvanlar, dünyanın geri kalanının sunabileceği yegane şeyler miydi? İlgilerini kaybeden Çin’in daha sonraki yöneticileri, büyük deniz filolarının çürümesine ve en sonunda yanmasına izin verdiler. Dünya ileriye doğru hamle yaparken, Çin durgunlaştı, kendini yavaş yavaş dış dünyadan tecrit etti.

Benzer bir tutum Osmanlı imparatorluğu’na yerleşti. Bildikleri dünyanın çoğunu fetheden Osmanlılar kendi içlerine döndüler, dini tutuculuğun ve yüz yıllarca sürecek bir durgunluğun içine saplandılar. Malezya’nın eski Malezya başbakanlarından Mahathir Mohamad şunları söylemişti: ” Müslüman alimlerin, bilgi edinmeyi, Kur’ an’ da buyurulmuş gibi, yalnızca dini bilgi olarak yorumlamaları, dini bilgiden gayrısını İslam dışı görmeleriyle, büyük İslam uygarlığı inişe geçti. sonuç olarak, Müslümanlar bilim, matematik, tıp ve diğer sözde dünyevi öğretileri çalışmayı bıraktılar. Bunun yerine, İslam’ın öğretileri ve yorumları üzerine, İslam fıkhı ve İslami uygulamalar üzerine tartışmaya çok zaman harcadılar; bu, Ümmet’in bölünmesine ve çok sayıda mezhebin, tarikatın ve ekolün kurulmasına yol açtı.”

Avrupa’ da ise büyük bir uyanış başlıyordu. ticaret yeni ve devrimci fikirler getirdi, Gutenberg’in matbaası bunu hızlandırdı. Kilisenin gücü bin yıllık egemenliğinden sonra zayıflamaya başladı. Üniversiteler dikkatlerini yavaş yavaş İncil’in muğlak pasajlarının yorumlamasından Newton fiziğinin ve Dalton kimyasının ve diğerlerinin uygulamalarına yönelttiler. Yale’den tarihçi Paul Kennedy, Avrupa’nın çok hızlı yükselişine bir etken daha ekliyor: hemen hemen eşit Avrupalı güçler arasındaki daimi savaş durumu nedeniyle hiçbiri kıta’ya egemen olamadı. Sürekli birbirleriyle savaşan hükümdarlar, toprak ve hükümdarlık hırsları daha ileri taşımak için bilim ve mühendisliğe para sağladılar.

Bilim, yalnızca akademik bir çalışma değildi, yeni silahların ve servete giden yeni yolların ortaya konması için bir araçtı. Çok geçmeden, Avrupa’ da bilim ve teknolojinin yükselişi, Çin’in ve Osmanlı imparatorluğunun güçlerini zayıflatmaya başladı. doğu ve batı arasındaki ticaretin bir geçidi olarak, yüzyıllar boyunca çok zenginleşmiş Müslüman uygarlığının, Avrupalı denizcilerin Yeni Dünya’ya ve Doğu’ya  özellikle Afrika’nın etrafını dolanarak ve Orta Doğu’yu atlayarak erişen ticaret yolları oluşturmaları, çok bocalattı. Çin’in kendisi, İronik bir şekilde, kendilerinin iki önemli buluşunu, barut ve pusulayı, kullanan Avrupa savaş gemilerince parçalara bölündü.

“Ne oldu?” sorusunun cevabı açıktır. Bilim ve teknoloji yerlerini aldı. Bilim ve teknoloji refahın motorlarıdır. Elbette bir kimse bilim ve teknolojiyi görmezden gelmekte özgürdür, ama bu yalnızca kendini riske atmaktır. Siz dini bir metin okuyorsunuz diye dünya yerinde kalmayacak. Bilim ve teknolojideki son gelişmelere hakim olmayabilirsiniz, ama rakipleriniz olacak.”

Tartışmaya katılın